beyaz -delikli- masanın üstünde kalem çöpleri (artıkları mı demeli?), içi dolu dokuz delikli kül tablası, hangi taraftan bakılmak isteniyorsa yarım bardak su, artan disleksim ve solmaya yüz tutmuş benliğim var. -TekrarKalemiAçıyorum-.
arka fonda çalan müzik hiç değişmiyor. kanı bozuk kulaklık yalnızca klasik müzik çalarken ellerim kahveye boyanıyor ve kalemin kahverengi olduğunu anlıyorum.
aralarda biryerde kurumuş bir çiçeğe rastlıyorum ve ardından onlardan bahsetmeyi sevmediğini anımsıyorum.
çiçekler beni kırıyor diyordun.
çiçekler beni kırıyor.
ne de çok seviyorum onları benim yapamadığımı onlar yapıyor "oh olsun".
sanırım hava biraz ılınıyor. karşımda ki yirmi katlı külüstürü boyayan iki genç -sanırım altıncı kattalar- kana kana su içerken küfürlerle bezeli cümlelerinden havanın sıcak olduğunu ve çok kere amına koyayımı seçiyorum.
birgün -eğer ki başarabilirsem- içimi açtığımda seni orada bulmayı umuyorum. en sevdiğin lacivert takım üzerinde ve durmadan gülümsüyor ellerin.
yaklaşık yirmi üç dakika boyunca tükenmez kalem arıyorum ama elime geçen -daha rengini bile ayırt edemediğim- koyu kahve bir kalem
bu yazdıklarımı
asla
silmek
istemediğimi
biliyorum.
sesini ilk duyduğumda ya da seni ilk gör-
düğümde nasıl hissettiğimi hatırlamıyor-
um. ama yücelmiş gibi kanımın akmayı
kestiğini anımsıyorum.
bu hikayede anlatılan hiçbir kurum, kişi, olay, yer, zaman bende dahil gerçek değil.
bir yumurta ve bir kase yulaf yedikten sonra yürüşe çıkıyorum, güneş üstüme düşerken sıcaklığıyla ısınıyorum, ısınıyorum, ısınıyorum...
anı ya da hatıra her ne boksa çoğul bir şekilde beni sırtlarken nerede olduğumu unutuyorum sadece sıcaklığı hissediyorum. ardından bir korna sesiyle bütün büyü bozuluyor, bal kabakları birer birer patlarken yükseliyorum.
ardından evin yolunu tutuyorum nereden geldiğini bilmediğim mavi bir mürekkep bütün sayfayı boyuyor ve ben koyveriyorum.
çabucacık pes ederim biliyorsun. fıtratımda olmayan galibiyeti bir kez olsun tatmak için kanıyorum.
saat sıfır dokuz :58 ne rakam ne sayı ne de başka bir şey görmeye gücüm kalmıyor, istemiyorum.
yetmişinde bir çam ağacının altını kıvrılıyorum. ıslak toprak kokusu burnumu yakarcasına içime nüfuz ederken gülümsüyorum ve kayboluşumun hüzünlü hikayesi
burada
son
buluyor.